17 Ekim 2009 Cumartesi

MENKIBE-İ SOMUNCU BABA

Bin üç yüz otuz bir yılında doğdu,
Muhabbet burcunun arşına ağdı,
Seyyid Ocağı’nda yoğruldu, pişti,
İlm-i Ledün Dergâhında yetişti.
Babasının vefatının ardından,
Şam’a doğru yola çıktı yurdundan.
Gönlünde tasavvuf ateşi yandı,
Bu aşk ile Erdebil’e dayandı.
Hâce Alâeddin-i Erdebîlî,
Şeyhinden feyz aldı Hamid-i Veli.
Sufilik yolunun bendesi oldu,
Marifet, hakikat nuruyla doldu.
Şeyh Erdebîlî’nin ikazı ile,
Döndü Anadolu adlı menzile.
Kayseri’de ikâmete azmetti,
İrşadıyla insanları cezp etti.
Mahzun gönüllere teselli verdi,
Gülistan-ı Üveysiden gül derdi.
Müderris Numan’ı aldı yanına,
“Bayram” lâkabını taktı sanına.
Bâtınî, zâhirî ilim öğretti,
Velayet makamına yüceltti.
Akıl ermez elbet İlahi Giz’e,
Manevi emirle döndü Tebriz’e.
Oradan Bursa’ya etti azimet,
Akıbet hayırdır, hayırsa niyet.
Bursa’da bir ümmi gibi davrandı,
Hikmet öyle gerektiği devrandı.
Gizledi ilmini avam-ı halktan,
Tecelliler yağdı Cenabı Hak’tan.
Somun sattı lezzetinde eşi yok,
Fark etti insanlar bereketi çok.
Her kes derken O’na Somuncu Baba,
Emir Sultan dedi,”bu kim acaba? ”
Elinde bir çömlek, vardı fırına,
Vakıf olmak için O’nun sırrına.
Selam verip rica etti Baba’dan,
“Edersin fakiri sürur-u şâdân,
Bu çömleği pişiriver gideyim,
Zahmetine karşı dua edeyim.”
Girmiyordu çömlek fırın ağzından,
Bir sır sezdi müşterinin yüzünden.
“Anlaşıldı” dedi Somuncu Baba,
“Kâr etmedi benin ettiğim çaba.
Senin sürmen gerekiyor çömleği,”
Emir Sultan fırına kor çömleği.
Gördü ki hiç ateş yoktu fırında,
Pişecekti çömlek aşkın nârında.
Kapatır Somuncu, “bekle der biraz”
Emir Sultan susar, etmez itiraz.
Anlar ki Somoncu büyük bir Veli,
Öpülse sezadır Baba’nın eli.
Velilerin kavli sığmaz sözlere,
Ancak Allah basiret, izan vere.
Yıldırım Beyazid ferman buyurdu,
“Bir ulu cami ile bezeyin yurdu.”
Ferman olunca Hakan’dan elbet,
Say-ı gayret ile yapıldı mabet.
Tellallar salındı şehrin içine,
Davet adildi halk açılışına.
Bir Cuma günüydü, doldu cemaat,
Cami o gün edilecekti küşat.
Yıldırım Han “buyur” dedi Emir’e,
O yüce zat eğdi başını yere.
“Zamanın Velisi layıktır ona”
Diyerek Yıldırım Beyazid Han’a.
Somuncu Baba’ya “buyurun” dedi,
Hutbe irâd etmesini diledi.
Tüm cemaat şaştı kaldı bu işe,
Hayret ile baktılar bu gidişe.
Bir acayip hutbe irâd eyledi,
Havas’ı, avamı irşat eyledi.
Fatiha’yı tefsir etti yedi tür,
Herkes koştu etmek için teşekkür.
Üç kapıdan ayrı ayrı çıkanlar,
Elin öptüğüne ettiler ikrar.
“Sırrımız fâş oldu” diye üzüldü,
Bir şafak vaktinde yola düzüldü.
İlahi sırlara âşinâ idi,
“Yolumuz Aksaray Olmalı” dedi.
Aksaray’da irşâdına başladı,
“Aksarayî” diye anıldı adı.
Sevgi haleleri kuşattı halkı,
Kur’an’dan mülhemdi güzel ahlakı.
Etrafında pervaneydi insanlar,
Huzura erişti muzdarip canlar.
Zaman aktı, yıldız aktı, ay aktı,
Vardığı her yerde bir iz bıraktı.
Darende’yi mekan tuttu ahiri,
Ak pak idi batın ile zahiri.
Kanun-u İlahi, her canlı ölür,
Hak’tan geldik, yine Hakk’a dönülür.
Bin dört yüz on iki senesi idi,
Dost, ihvandan helallik diledi.
Tevhit ile verdi son nefesini,
Terk etti pak ruhu ten kafesini.
Sözü burada tamam ettik vesselâm,
Cümle Evliya’ya edelim selâm.

İbrahim Sağır

Hiç yorum yok: