SEN SÖYLE
umudum kalmalı...
herşey bitti dememeliyim.
bir açık kapı bırakmalıyım
yoksa nasıl yaşarım...yaşatırım...
söyleyemem sevdiğimi...
Ama kurt misali kemirir içim içimi...
Bir tek sigarada bulunur çaresi de
yine de söyleyemem...
İyisi mi sen söyle seni sevdiğimi
ben de ikrar edeyim...
Gazanfer Mirza Yiğit
28 Ekim 2009 Çarşamba
22 Ekim 2009 Perşembe
PAZAR AKŞAMLARI
Şimdi kılıksızım, fakat
Borçlarımı ödedikten sonra
İhtimal bir kat daha yeni esvabım olacak
Ve ihtimal sen yine beni sevmiyeceksin.
Bununla beraber pazar akşamları
Sizin mahalleden geçerken
Süslenmiş olarak
Zannediyor musun ki ben de sana
Şimdiki kadar kıymet vereceğim.
Orhan Veli
Şimdi kılıksızım, fakat
Borçlarımı ödedikten sonra
İhtimal bir kat daha yeni esvabım olacak
Ve ihtimal sen yine beni sevmiyeceksin.
Bununla beraber pazar akşamları
Sizin mahalleden geçerken
Süslenmiş olarak
Zannediyor musun ki ben de sana
Şimdiki kadar kıymet vereceğim.
Orhan Veli
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Orhan Veli Kanık
KIZ KULESİ
Karanlıktan korkan çocukların
müzik kutusudur Kız Kulesi
kapağı açıldğında
dansa başlayan balerin
hınzır martıların şakalarıyla
ıslanır elbisesi
Vapur dumanından
bir bulutun içinde
kanlı dağlara
yakamoz gönderir Kız Kulesi
üzülmelerini istemez
kürt çocuklarının
yıldızsız gecelerde
Köşesindeki mavi bir islemlede
duvarına yasladığı bisikletlerin
kiralanmasını bekler
şaşkın bir ihtiyar
ve çoraplarına gizlediği
yasak şiirleri
ele vermemek için
Kız Kulesi'nin eteklerini uçuşturmaz rüzgar
Boğaz'dan geçen gemilere
engel olmasın diye
İstanbul'un saçlarını toplayan
beyaz bir tokadır Kız Kulesi
açamk isteyen şarapçılar
Salacak'tan uzanayım derken
düşerler denize
Başında beyoğlu sarhoşluğuyla
izin dönüşü
ocağa gider bir maden işçisi
ki fener yerine
aydınlatır yolunu
elinde tuttuğu Kız Kulesi
Sunay Akın
Karanlıktan korkan çocukların
müzik kutusudur Kız Kulesi
kapağı açıldğında
dansa başlayan balerin
hınzır martıların şakalarıyla
ıslanır elbisesi
Vapur dumanından
bir bulutun içinde
kanlı dağlara
yakamoz gönderir Kız Kulesi
üzülmelerini istemez
kürt çocuklarının
yıldızsız gecelerde
Köşesindeki mavi bir islemlede
duvarına yasladığı bisikletlerin
kiralanmasını bekler
şaşkın bir ihtiyar
ve çoraplarına gizlediği
yasak şiirleri
ele vermemek için
Kız Kulesi'nin eteklerini uçuşturmaz rüzgar
Boğaz'dan geçen gemilere
engel olmasın diye
İstanbul'un saçlarını toplayan
beyaz bir tokadır Kız Kulesi
açamk isteyen şarapçılar
Salacak'tan uzanayım derken
düşerler denize
Başında beyoğlu sarhoşluğuyla
izin dönüşü
ocağa gider bir maden işçisi
ki fener yerine
aydınlatır yolunu
elinde tuttuğu Kız Kulesi
Sunay Akın
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Sunay Akın
20 Ekim 2009 Salı
GÖZLERİN İSTANBUL OLUYOR BİRDEN
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.
Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince
Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin
Bir elim seni çizecek bütün pencerelere
Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.
Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Yavuz Bülent Bakiler
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.
Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince
Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin
Bir elim seni çizecek bütün pencerelere
Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.
Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Yavuz Bülent Bakiler
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Yavuz Bülent Bakiler
17 Ekim 2009 Cumartesi
MENKIBE-İ SOMUNCU BABA
Bin üç yüz otuz bir yılında doğdu,
Muhabbet burcunun arşına ağdı,
Seyyid Ocağı’nda yoğruldu, pişti,
İlm-i Ledün Dergâhında yetişti.
Babasının vefatının ardından,
Şam’a doğru yola çıktı yurdundan.
Gönlünde tasavvuf ateşi yandı,
Bu aşk ile Erdebil’e dayandı.
Hâce Alâeddin-i Erdebîlî,
Şeyhinden feyz aldı Hamid-i Veli.
Sufilik yolunun bendesi oldu,
Marifet, hakikat nuruyla doldu.
Şeyh Erdebîlî’nin ikazı ile,
Döndü Anadolu adlı menzile.
Kayseri’de ikâmete azmetti,
İrşadıyla insanları cezp etti.
Mahzun gönüllere teselli verdi,
Gülistan-ı Üveysiden gül derdi.
Müderris Numan’ı aldı yanına,
“Bayram” lâkabını taktı sanına.
Bâtınî, zâhirî ilim öğretti,
Velayet makamına yüceltti.
Akıl ermez elbet İlahi Giz’e,
Manevi emirle döndü Tebriz’e.
Oradan Bursa’ya etti azimet,
Akıbet hayırdır, hayırsa niyet.
Bursa’da bir ümmi gibi davrandı,
Hikmet öyle gerektiği devrandı.
Gizledi ilmini avam-ı halktan,
Tecelliler yağdı Cenabı Hak’tan.
Somun sattı lezzetinde eşi yok,
Fark etti insanlar bereketi çok.
Her kes derken O’na Somuncu Baba,
Emir Sultan dedi,”bu kim acaba? ”
Elinde bir çömlek, vardı fırına,
Vakıf olmak için O’nun sırrına.
Selam verip rica etti Baba’dan,
“Edersin fakiri sürur-u şâdân,
Bu çömleği pişiriver gideyim,
Zahmetine karşı dua edeyim.”
Girmiyordu çömlek fırın ağzından,
Bir sır sezdi müşterinin yüzünden.
“Anlaşıldı” dedi Somuncu Baba,
“Kâr etmedi benin ettiğim çaba.
Senin sürmen gerekiyor çömleği,”
Emir Sultan fırına kor çömleği.
Gördü ki hiç ateş yoktu fırında,
Pişecekti çömlek aşkın nârında.
Kapatır Somuncu, “bekle der biraz”
Emir Sultan susar, etmez itiraz.
Anlar ki Somoncu büyük bir Veli,
Öpülse sezadır Baba’nın eli.
Velilerin kavli sığmaz sözlere,
Ancak Allah basiret, izan vere.
Yıldırım Beyazid ferman buyurdu,
“Bir ulu cami ile bezeyin yurdu.”
Ferman olunca Hakan’dan elbet,
Say-ı gayret ile yapıldı mabet.
Tellallar salındı şehrin içine,
Davet adildi halk açılışına.
Bir Cuma günüydü, doldu cemaat,
Cami o gün edilecekti küşat.
Yıldırım Han “buyur” dedi Emir’e,
O yüce zat eğdi başını yere.
“Zamanın Velisi layıktır ona”
Diyerek Yıldırım Beyazid Han’a.
Somuncu Baba’ya “buyurun” dedi,
Hutbe irâd etmesini diledi.
Tüm cemaat şaştı kaldı bu işe,
Hayret ile baktılar bu gidişe.
Bir acayip hutbe irâd eyledi,
Havas’ı, avamı irşat eyledi.
Fatiha’yı tefsir etti yedi tür,
Herkes koştu etmek için teşekkür.
Üç kapıdan ayrı ayrı çıkanlar,
Elin öptüğüne ettiler ikrar.
“Sırrımız fâş oldu” diye üzüldü,
Bir şafak vaktinde yola düzüldü.
İlahi sırlara âşinâ idi,
“Yolumuz Aksaray Olmalı” dedi.
Aksaray’da irşâdına başladı,
“Aksarayî” diye anıldı adı.
Sevgi haleleri kuşattı halkı,
Kur’an’dan mülhemdi güzel ahlakı.
Etrafında pervaneydi insanlar,
Huzura erişti muzdarip canlar.
Zaman aktı, yıldız aktı, ay aktı,
Vardığı her yerde bir iz bıraktı.
Darende’yi mekan tuttu ahiri,
Ak pak idi batın ile zahiri.
Kanun-u İlahi, her canlı ölür,
Hak’tan geldik, yine Hakk’a dönülür.
Bin dört yüz on iki senesi idi,
Dost, ihvandan helallik diledi.
Tevhit ile verdi son nefesini,
Terk etti pak ruhu ten kafesini.
Sözü burada tamam ettik vesselâm,
Cümle Evliya’ya edelim selâm.
İbrahim Sağır
Bin üç yüz otuz bir yılında doğdu,
Muhabbet burcunun arşına ağdı,
Seyyid Ocağı’nda yoğruldu, pişti,
İlm-i Ledün Dergâhında yetişti.
Babasının vefatının ardından,
Şam’a doğru yola çıktı yurdundan.
Gönlünde tasavvuf ateşi yandı,
Bu aşk ile Erdebil’e dayandı.
Hâce Alâeddin-i Erdebîlî,
Şeyhinden feyz aldı Hamid-i Veli.
Sufilik yolunun bendesi oldu,
Marifet, hakikat nuruyla doldu.
Şeyh Erdebîlî’nin ikazı ile,
Döndü Anadolu adlı menzile.
Kayseri’de ikâmete azmetti,
İrşadıyla insanları cezp etti.
Mahzun gönüllere teselli verdi,
Gülistan-ı Üveysiden gül derdi.
Müderris Numan’ı aldı yanına,
“Bayram” lâkabını taktı sanına.
Bâtınî, zâhirî ilim öğretti,
Velayet makamına yüceltti.
Akıl ermez elbet İlahi Giz’e,
Manevi emirle döndü Tebriz’e.
Oradan Bursa’ya etti azimet,
Akıbet hayırdır, hayırsa niyet.
Bursa’da bir ümmi gibi davrandı,
Hikmet öyle gerektiği devrandı.
Gizledi ilmini avam-ı halktan,
Tecelliler yağdı Cenabı Hak’tan.
Somun sattı lezzetinde eşi yok,
Fark etti insanlar bereketi çok.
Her kes derken O’na Somuncu Baba,
Emir Sultan dedi,”bu kim acaba? ”
Elinde bir çömlek, vardı fırına,
Vakıf olmak için O’nun sırrına.
Selam verip rica etti Baba’dan,
“Edersin fakiri sürur-u şâdân,
Bu çömleği pişiriver gideyim,
Zahmetine karşı dua edeyim.”
Girmiyordu çömlek fırın ağzından,
Bir sır sezdi müşterinin yüzünden.
“Anlaşıldı” dedi Somuncu Baba,
“Kâr etmedi benin ettiğim çaba.
Senin sürmen gerekiyor çömleği,”
Emir Sultan fırına kor çömleği.
Gördü ki hiç ateş yoktu fırında,
Pişecekti çömlek aşkın nârında.
Kapatır Somuncu, “bekle der biraz”
Emir Sultan susar, etmez itiraz.
Anlar ki Somoncu büyük bir Veli,
Öpülse sezadır Baba’nın eli.
Velilerin kavli sığmaz sözlere,
Ancak Allah basiret, izan vere.
Yıldırım Beyazid ferman buyurdu,
“Bir ulu cami ile bezeyin yurdu.”
Ferman olunca Hakan’dan elbet,
Say-ı gayret ile yapıldı mabet.
Tellallar salındı şehrin içine,
Davet adildi halk açılışına.
Bir Cuma günüydü, doldu cemaat,
Cami o gün edilecekti küşat.
Yıldırım Han “buyur” dedi Emir’e,
O yüce zat eğdi başını yere.
“Zamanın Velisi layıktır ona”
Diyerek Yıldırım Beyazid Han’a.
Somuncu Baba’ya “buyurun” dedi,
Hutbe irâd etmesini diledi.
Tüm cemaat şaştı kaldı bu işe,
Hayret ile baktılar bu gidişe.
Bir acayip hutbe irâd eyledi,
Havas’ı, avamı irşat eyledi.
Fatiha’yı tefsir etti yedi tür,
Herkes koştu etmek için teşekkür.
Üç kapıdan ayrı ayrı çıkanlar,
Elin öptüğüne ettiler ikrar.
“Sırrımız fâş oldu” diye üzüldü,
Bir şafak vaktinde yola düzüldü.
İlahi sırlara âşinâ idi,
“Yolumuz Aksaray Olmalı” dedi.
Aksaray’da irşâdına başladı,
“Aksarayî” diye anıldı adı.
Sevgi haleleri kuşattı halkı,
Kur’an’dan mülhemdi güzel ahlakı.
Etrafında pervaneydi insanlar,
Huzura erişti muzdarip canlar.
Zaman aktı, yıldız aktı, ay aktı,
Vardığı her yerde bir iz bıraktı.
Darende’yi mekan tuttu ahiri,
Ak pak idi batın ile zahiri.
Kanun-u İlahi, her canlı ölür,
Hak’tan geldik, yine Hakk’a dönülür.
Bin dört yüz on iki senesi idi,
Dost, ihvandan helallik diledi.
Tevhit ile verdi son nefesini,
Terk etti pak ruhu ten kafesini.
Sözü burada tamam ettik vesselâm,
Cümle Evliya’ya edelim selâm.
İbrahim Sağır
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
İbrahim Sağır
14 Ekim 2009 Çarşamba
AYRILIŞ
Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.
Orhan Veli Kanık
Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.
Orhan Veli Kanık
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Orhan Veli Kanık
13 Ekim 2009 Salı
MAVİ GÖK ORDA MI ?
Bakıyorsunuz kuşlar
Hazır
Sokak lambaları yanık unutulmuş
Bir kadıköy vapuru hınca hınç insan
Çok geçmeyecek
Martılar beyhude turlar atacak
Kıyılar lağım konserve kutuları
Mısır koçanları
Sevgi aranabilir yine
Korkusuzca say koskoca kederlerini
Bir kuyu bulunabilir
Aklımdan çıkmıyorsun
Sen hala dizüstü
Bunca anıyı besleyerek
Sokaklarda avaz avaz konuşarak kendi kendinle
Mektupları öpebilirsin kırmızı dudaklarınla
Görür gibi olarak açıp baktığımı
Bense şöyle diyorum:
Buradan bir acı kanamış boyuna
Kuşlar hazır
Öncü havalanmak üzre
Şehri gelen bir mevsime bırakıyorlar
O vapur hala hınca hınç
Kimbilir herbiri hangi dünyaya sağır
Çok geçmez aradan
Kadınlar kapı önlerinde
Ellerinde meşalelerle
Aydınlatırlar gelip geçen erkek suratları
Yorgun bir sarıyla ben de
Geçeceğim önlerinden
Aklımdan çıkmıyorsun dedim
Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya
Telefonlar yan hücrede çalışıyor
Bende kurşuni bir dere
Ağaçlar hayvanlar bile kaygılı
Onu bir mersedesten indirdi kalçasına kadar
açılarak
Yapayaşlı bir rum kadın
Herşeyde yanıp sönen bir kıyamet algısı
Haydi koşayım diyorum belki dağılır
Koşuyorum
Sancağımda kendi rüzgarımla ölgün kıpırtılar
Hayır daha sevgili daha sevimli değil
Ne başka bir gün ne başka bir zaman
Çok geçmeyecek aradan
Şöyle diyeceğim:
Bulutlar açmadı
Mavi gök orda mı
Cahit Zarifoğlu
Bakıyorsunuz kuşlar
Hazır
Sokak lambaları yanık unutulmuş
Bir kadıköy vapuru hınca hınç insan
Çok geçmeyecek
Martılar beyhude turlar atacak
Kıyılar lağım konserve kutuları
Mısır koçanları
Sevgi aranabilir yine
Korkusuzca say koskoca kederlerini
Bir kuyu bulunabilir
Aklımdan çıkmıyorsun
Sen hala dizüstü
Bunca anıyı besleyerek
Sokaklarda avaz avaz konuşarak kendi kendinle
Mektupları öpebilirsin kırmızı dudaklarınla
Görür gibi olarak açıp baktığımı
Bense şöyle diyorum:
Buradan bir acı kanamış boyuna
Kuşlar hazır
Öncü havalanmak üzre
Şehri gelen bir mevsime bırakıyorlar
O vapur hala hınca hınç
Kimbilir herbiri hangi dünyaya sağır
Çok geçmez aradan
Kadınlar kapı önlerinde
Ellerinde meşalelerle
Aydınlatırlar gelip geçen erkek suratları
Yorgun bir sarıyla ben de
Geçeceğim önlerinden
Aklımdan çıkmıyorsun dedim
Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya
Telefonlar yan hücrede çalışıyor
Bende kurşuni bir dere
Ağaçlar hayvanlar bile kaygılı
Onu bir mersedesten indirdi kalçasına kadar
açılarak
Yapayaşlı bir rum kadın
Herşeyde yanıp sönen bir kıyamet algısı
Haydi koşayım diyorum belki dağılır
Koşuyorum
Sancağımda kendi rüzgarımla ölgün kıpırtılar
Hayır daha sevgili daha sevimli değil
Ne başka bir gün ne başka bir zaman
Çok geçmeyecek aradan
Şöyle diyeceğim:
Bulutlar açmadı
Mavi gök orda mı
Cahit Zarifoğlu
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Cahit Zarifoğlu
12 Ekim 2009 Pazartesi
HASRET
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.
Yüz yıldır bekler beni
bir şehirde bir kadın.
Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüz yıllık.
Yüz yıldır alacakaranlıkta
koşuyorum ardından.
Nazım Hikmet
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.
Yüz yıldır bekler beni
bir şehirde bir kadın.
Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüz yıllık.
Yüz yıldır alacakaranlıkta
koşuyorum ardından.
Nazım Hikmet
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Nazım Hikmet Ran
11 Ekim 2009 Pazar
KELEBEK
Son istegin nedir?
Sorusu,
Çok, çok kolaydir,
Ilk istegin nedir?
Sorusundan.
Çünkü,
O soruyu
Kimse kimseye soramadi,
Korkusundan.
Özdemir Asaf
Son istegin nedir?
Sorusu,
Çok, çok kolaydir,
Ilk istegin nedir?
Sorusundan.
Çünkü,
O soruyu
Kimse kimseye soramadi,
Korkusundan.
Özdemir Asaf
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Özdemir Asaf
8 Ekim 2009 Perşembe
AŞK RESMİ GEÇİDİ
Birincisi o incecik, o dal gibi kız,
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
Ama yine de görmeyi çok isterim,
Kolay mı? İlk göz ağrısı.
İkincisi Münevver Abla, benden büyük
Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
Gülmekten katılırdı, okudukça.
Bense bugünmüş gibi utanırım
O mektupları hatırladıkça.
.............. çıkar
.............. dururduk mahallede
......................... halde
............ yan yana yazılırdı duvarlara
................... yangın yerlerinde.
Dördüncüsü azgın bir kadın,
Açık saçık şeyler anlatırdı bana.
Bir gün de önümde soyunuverdi
Yıllar geçti aradan, unutamadım,
Kaç defa rüyama girdi.
Beşinciyi geçip altıncıya geldim.
Onun adı da Nurinnisa.
Ah güzelim
Ah esmerim
Ah
Canımın içi Nurinnisa.
Yedincisi, Aliye, kibar bir kadın.
Ama ben pek varamadım tadına.
Bütün kibar kadınlar gibi
Küpe fiyatına, kürk fiyatına.
Sekizinci de o bokun soyu.
Elin karısında namus ara,
Kendinde arandı mı küplere bin.
Üstelik .......
Yalanın düzenin bini bir para.
Ayten'di dokuzuncunun adı.
İş başında şunun bunun esiri,
Ama bardan çıktı mı,
Kiminle isterse onunla yatar.
Onuncusu akıllı çıktı
....... gitti .........
Ama haksız da değildi hani.
Sevişmek zenginlerin harcıymış
İşsizlerin harcıymış.
İki gönül bir olunca
Samanlik seyranmış ama,
İki çıplak da, olsa olsa,
Bir hamama yakışırmış.
İşine bağlı bir kadındı on birinci,
Hoş, olmasın da ne yapsın,
Bir zalimin yanında gündelikçi.
.........leksandra
Geceleri odama gelir,
Sabahlara kadar kalır.
Konyak içer sarhoş olur,
Sabahı da işbaşı yapardı şafakla.
Gelelim sonuncuya.
Hiçbirine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü var.
Hür olsak der,
Eşit olsak der.
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar.
Orhan Veli Kanık
Birincisi o incecik, o dal gibi kız,
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
Ama yine de görmeyi çok isterim,
Kolay mı? İlk göz ağrısı.
İkincisi Münevver Abla, benden büyük
Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
Gülmekten katılırdı, okudukça.
Bense bugünmüş gibi utanırım
O mektupları hatırladıkça.
.............. çıkar
.............. dururduk mahallede
......................... halde
............ yan yana yazılırdı duvarlara
................... yangın yerlerinde.
Dördüncüsü azgın bir kadın,
Açık saçık şeyler anlatırdı bana.
Bir gün de önümde soyunuverdi
Yıllar geçti aradan, unutamadım,
Kaç defa rüyama girdi.
Beşinciyi geçip altıncıya geldim.
Onun adı da Nurinnisa.
Ah güzelim
Ah esmerim
Ah
Canımın içi Nurinnisa.
Yedincisi, Aliye, kibar bir kadın.
Ama ben pek varamadım tadına.
Bütün kibar kadınlar gibi
Küpe fiyatına, kürk fiyatına.
Sekizinci de o bokun soyu.
Elin karısında namus ara,
Kendinde arandı mı küplere bin.
Üstelik .......
Yalanın düzenin bini bir para.
Ayten'di dokuzuncunun adı.
İş başında şunun bunun esiri,
Ama bardan çıktı mı,
Kiminle isterse onunla yatar.
Onuncusu akıllı çıktı
....... gitti .........
Ama haksız da değildi hani.
Sevişmek zenginlerin harcıymış
İşsizlerin harcıymış.
İki gönül bir olunca
Samanlik seyranmış ama,
İki çıplak da, olsa olsa,
Bir hamama yakışırmış.
İşine bağlı bir kadındı on birinci,
Hoş, olmasın da ne yapsın,
Bir zalimin yanında gündelikçi.
.........leksandra
Geceleri odama gelir,
Sabahlara kadar kalır.
Konyak içer sarhoş olur,
Sabahı da işbaşı yapardı şafakla.
Gelelim sonuncuya.
Hiçbirine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü var.
Hür olsak der,
Eşit olsak der.
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar.
Orhan Veli Kanık
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Orhan Veli Kanık
7 Ekim 2009 Çarşamba
BAYTAR
Bu dilden firar eden her söz, yaydan çıkmış ok gibi
Sözler bazen bir hazine bazen dermansız bir dert tipi
Geçmiş dünden bahsetmek lezzetsiz
Gelmemiş yarından hep mi şikayetçiyiz biz
Aklımın ipinin ucuda kaçmış, timsah katreleri boşalsın
Bir iki damla hiç değersiz
Hüzün ve kaderin pençesinde bir dev nam-ı-değersiz
Gece-gündüz ömürden yontar dünya dönmez yarensiz
Bugün ömrün yarım gün, serbest kalsın fikrim
Senin tozlarını silemez tenimden ellerim
Varlık ruhu terk eder gözüm gözünden ayrılınca
Bendeki aşk Altın misali ağırlığınca
Sensiz benlik yokluk demek kalbim sana emekçi
Aşk denen illet çorak arazide tilki misal kurnaz bekçi
Başım sarkıt bir mahalsiz cümle yolumun önüne taş
Dudakların (?) halden çakır keyif dertdaş
Gören der ki Sel ağzına bina yapmak aptal işi
Yel eserse kırmaz dişimi, kalp bir körse görmez bir şeyi
Saniyeler dakikalarla yapar alışverişi
Saatler seni alır benden korkarım olamaz gelişi
Hasret gözümün ışıklarını söndüren alçak misafir
Afitap sönük bir mum ayrılık hain bir zehir
Melek yanımda yüzünü saklar felek yüzüme kaş çatar
Bir tek bu hüznü sen boğarsın ipek tenin derime batsın
Rüzgar saçını süpürse mest olur bakışlarım
Adınla uyanır kulaklarım, yüzünle açar göz kapaklarım
En güzel şiirlerimle Kaleme adını sayıklatırım
Odamın hayaletisin sessizliğine aşığım
Derdime çare baytarım yok
Dengeme destek tut ki durayım
Şafak güneşin fermanıı geçer acı tatlı sayılı zamanın sancısı
Ama melek bir yandan , şeytan bir yandan
Başım zindan yokluk var bu kaçıncı şikayetim bilmem
Kafamı duvara yasladım omuzların yanımda yok
Ahbaplar maymun iştah sahibi benim içim senle tok
Yok ki gücüm belki devler ülkesinde bücürüm
Sessizliğinle gelir hüznüm yokluğunda gömülü ölüyüm
Bu devranın binlerce sevgi müşterisinden biriyim
Yalnızlığıma küfrederim sensiz halden müştekilim
İlelebette dönmez olsan bil ki yalnız nöbetteyim
Hatalarıma savaş açtım her Gün farklı kefendeyim
Hayat günlük defter yaprağı hazan gelir dökülür
Gelirken ne getirilir ki giderken ne götürülür
Dertle anlaş deva bul üzüntü kalbi sömürürür
Yüzüne baktığım her an cennetten bahçe görülür
Gülüşle şen değil gönül bucaklarında harabeler
Bu hilekar tavırla geçer fena Saatler
Seni içeren masallarım anlatılacak kadar kısa değiller
Aşk ilinde bir tarafta cüceler diğer yanda devler
Yunus Özyavuz
Bu dilden firar eden her söz, yaydan çıkmış ok gibi
Sözler bazen bir hazine bazen dermansız bir dert tipi
Geçmiş dünden bahsetmek lezzetsiz
Gelmemiş yarından hep mi şikayetçiyiz biz
Aklımın ipinin ucuda kaçmış, timsah katreleri boşalsın
Bir iki damla hiç değersiz
Hüzün ve kaderin pençesinde bir dev nam-ı-değersiz
Gece-gündüz ömürden yontar dünya dönmez yarensiz
Bugün ömrün yarım gün, serbest kalsın fikrim
Senin tozlarını silemez tenimden ellerim
Varlık ruhu terk eder gözüm gözünden ayrılınca
Bendeki aşk Altın misali ağırlığınca
Sensiz benlik yokluk demek kalbim sana emekçi
Aşk denen illet çorak arazide tilki misal kurnaz bekçi
Başım sarkıt bir mahalsiz cümle yolumun önüne taş
Dudakların (?) halden çakır keyif dertdaş
Gören der ki Sel ağzına bina yapmak aptal işi
Yel eserse kırmaz dişimi, kalp bir körse görmez bir şeyi
Saniyeler dakikalarla yapar alışverişi
Saatler seni alır benden korkarım olamaz gelişi
Hasret gözümün ışıklarını söndüren alçak misafir
Afitap sönük bir mum ayrılık hain bir zehir
Melek yanımda yüzünü saklar felek yüzüme kaş çatar
Bir tek bu hüznü sen boğarsın ipek tenin derime batsın
Rüzgar saçını süpürse mest olur bakışlarım
Adınla uyanır kulaklarım, yüzünle açar göz kapaklarım
En güzel şiirlerimle Kaleme adını sayıklatırım
Odamın hayaletisin sessizliğine aşığım
Derdime çare baytarım yok
Dengeme destek tut ki durayım
Şafak güneşin fermanıı geçer acı tatlı sayılı zamanın sancısı
Ama melek bir yandan , şeytan bir yandan
Başım zindan yokluk var bu kaçıncı şikayetim bilmem
Kafamı duvara yasladım omuzların yanımda yok
Ahbaplar maymun iştah sahibi benim içim senle tok
Yok ki gücüm belki devler ülkesinde bücürüm
Sessizliğinle gelir hüznüm yokluğunda gömülü ölüyüm
Bu devranın binlerce sevgi müşterisinden biriyim
Yalnızlığıma küfrederim sensiz halden müştekilim
İlelebette dönmez olsan bil ki yalnız nöbetteyim
Hatalarıma savaş açtım her Gün farklı kefendeyim
Hayat günlük defter yaprağı hazan gelir dökülür
Gelirken ne getirilir ki giderken ne götürülür
Dertle anlaş deva bul üzüntü kalbi sömürürür
Yüzüne baktığım her an cennetten bahçe görülür
Gülüşle şen değil gönül bucaklarında harabeler
Bu hilekar tavırla geçer fena Saatler
Seni içeren masallarım anlatılacak kadar kısa değiller
Aşk ilinde bir tarafta cüceler diğer yanda devler
Yunus Özyavuz
5 Ekim 2009 Pazartesi
PARAMIZ YOKSA HAYSİYETİMİZ VAR
dünya dediğiniz abiler
aha benim şu yüreğim kadar
abiler, hayat dediğiniz
ne kadar gülebiliyorsak o kadar
boşverin ötesini
sallayın gitsin dünyayi
paramız yoksa da haysiyetimiz var
gözünü seveyim zeytinin, taze ekmeğin, çayın
bakmayın, benim de canım elbet çeker
şöyle teeryağlı birbuçuk iskender
yine de olsun
kesmedikten sonra selamı bakkal ender
bi de bizim takıma gol olmadıktan sonra
ve de en kıyağından
ve de en ağırından bi şarkı patlatınca müslüm baba
ne gam ne tasa ne fırtına ne kar
boşverin abiler
paramız yoksa da haysiyetimiz var
şimdi beni iyi dinleyin
canımdan öte ve de
en kıymetli sevdigim muhterem arkadaşlar
durumum ortadadır
hayat bana da sağlamına harbi bi çelme takmıştır.
nevrim dönmüş, midem bulanmış, gözlerim kararmıştır
cümlenize olan bilcümle borç edavatım
üç vakte kadar askıya alınmıştır.
biraz idare edebilirseniz eğer
bir de kahveci Nuri'den rica edebilirseniz
kesmezse tavşan kanı günde üç bardak çayı
elbet bu feleğin paslı çarkı
birgün benim için de döner ve düşeş gelmese de
gelirse eger zarımız mesela bir dubara ve hele de dört cahar
işi kolayladık sayın
ve de inanın ki abiler
paramız yoksa da haysiyetimiz var
dalgalan bakalım kızkulesi önündeki dalgalar gibi kalbim
hayıflan bakalım hiç kimselere belli etmeden geceleri yorganın altında
yazıklan bakalım bu da reva mıdır hayatının baharında bir delikanlıya
hep kısa çöpü ben mi çekeceğim
hep bana mı denk düşecek çarkıfeleğin iflası
hep ben bileceğim başkaları mı kapacak beşyüz milyarı
hep ben sevip eller mi alacak aslıyı leylayı
batsın bu dünya, sende mi leyla, itirazım var yalana dolana
ve ben böyle dolana dolana
ellerim cebimde dudağımda ıslığım, başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Orhan Veli tadında basıp voleyi yürüyeceğim hayatın sonuna kadar
hiç tasalanmayın abiler
paramız yoksa da haysiyetimiz var...
İbrahim Sadri
dünya dediğiniz abiler
aha benim şu yüreğim kadar
abiler, hayat dediğiniz
ne kadar gülebiliyorsak o kadar
boşverin ötesini
sallayın gitsin dünyayi
paramız yoksa da haysiyetimiz var
gözünü seveyim zeytinin, taze ekmeğin, çayın
bakmayın, benim de canım elbet çeker
şöyle teeryağlı birbuçuk iskender
yine de olsun
kesmedikten sonra selamı bakkal ender
bi de bizim takıma gol olmadıktan sonra
ve de en kıyağından
ve de en ağırından bi şarkı patlatınca müslüm baba
ne gam ne tasa ne fırtına ne kar
boşverin abiler
paramız yoksa da haysiyetimiz var
şimdi beni iyi dinleyin
canımdan öte ve de
en kıymetli sevdigim muhterem arkadaşlar
durumum ortadadır
hayat bana da sağlamına harbi bi çelme takmıştır.
nevrim dönmüş, midem bulanmış, gözlerim kararmıştır
cümlenize olan bilcümle borç edavatım
üç vakte kadar askıya alınmıştır.
biraz idare edebilirseniz eğer
bir de kahveci Nuri'den rica edebilirseniz
kesmezse tavşan kanı günde üç bardak çayı
elbet bu feleğin paslı çarkı
birgün benim için de döner ve düşeş gelmese de
gelirse eger zarımız mesela bir dubara ve hele de dört cahar
işi kolayladık sayın
ve de inanın ki abiler
paramız yoksa da haysiyetimiz var
dalgalan bakalım kızkulesi önündeki dalgalar gibi kalbim
hayıflan bakalım hiç kimselere belli etmeden geceleri yorganın altında
yazıklan bakalım bu da reva mıdır hayatının baharında bir delikanlıya
hep kısa çöpü ben mi çekeceğim
hep bana mı denk düşecek çarkıfeleğin iflası
hep ben bileceğim başkaları mı kapacak beşyüz milyarı
hep ben sevip eller mi alacak aslıyı leylayı
batsın bu dünya, sende mi leyla, itirazım var yalana dolana
ve ben böyle dolana dolana
ellerim cebimde dudağımda ıslığım, başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Orhan Veli tadında basıp voleyi yürüyeceğim hayatın sonuna kadar
hiç tasalanmayın abiler
paramız yoksa da haysiyetimiz var...
İbrahim Sadri
İÇİMDE SEN
Nihal'e
Yine gece, yine hüzün
Ve yine içimde sen
Ve yine biliyor musun?
İçimde sen olunca hüzün de güzel...
Abdülhak Hamit Tarhan
Nihal'e
Yine gece, yine hüzün
Ve yine içimde sen
Ve yine biliyor musun?
İçimde sen olunca hüzün de güzel...
Abdülhak Hamit Tarhan
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Abdülhak Hamit Tarhan
DOSTLAR BENİ HATIRLASIN
Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murat yalan, ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın
Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın
Aşık Veysel
Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murat yalan, ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın
Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın
Aşık Veysel
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Aşık Veysel
GÖZLERİN
Ruhumda gizli bir emel mi arar
Gözlerime bakıp dalan gözlerin?
Aklıma gelmedik bilmece sorar
Beni hülyalara salan gözlerin!
Nigâhın gönlüme - ey peri-peyker!-
Leyâl-i hasretin hüznünü döker;
Karanlık gibi yığılır çöker
İçime yer edip kalan gözlerin!
Huzurunda ba'zan benliğim erir,
Tavrın hulûsumdan şüphe gösterir,
Ba'zan da ne olmaz ümitler verir
Sabr u karârımı alan gözlerin!
Gamzende zâhir, ey ömrümün varı!
Füsûn-ı hüsnünün bütün esrarı,
Neşr eder âleme reng-i bahârı
Koyu menekşeye çalan gözlerin!
Sihirdir, şüphesiz, bütün bu şeyler;
Bakışın zihnimi perişan eyler,
Bana aşk elinden efsâne söyler,
Aşka inanmayan yalan gözlerin
Rıza Tevfik Bölükbaşı
Ruhumda gizli bir emel mi arar
Gözlerime bakıp dalan gözlerin?
Aklıma gelmedik bilmece sorar
Beni hülyalara salan gözlerin!
Nigâhın gönlüme - ey peri-peyker!-
Leyâl-i hasretin hüznünü döker;
Karanlık gibi yığılır çöker
İçime yer edip kalan gözlerin!
Huzurunda ba'zan benliğim erir,
Tavrın hulûsumdan şüphe gösterir,
Ba'zan da ne olmaz ümitler verir
Sabr u karârımı alan gözlerin!
Gamzende zâhir, ey ömrümün varı!
Füsûn-ı hüsnünün bütün esrarı,
Neşr eder âleme reng-i bahârı
Koyu menekşeye çalan gözlerin!
Sihirdir, şüphesiz, bütün bu şeyler;
Bakışın zihnimi perişan eyler,
Bana aşk elinden efsâne söyler,
Aşka inanmayan yalan gözlerin
Rıza Tevfik Bölükbaşı
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Rıza Tevfik Bölükbaşı
SERZENİŞ
Yürü bi-vefa hercayi güzel
Gönlüm o sevdadan vazgeldi geçti
Soldu açılmadan gonca-i emel
Sonbahara erdik, yaz geldi geçti
Sana şerh ederken hicran-ı aşkı
Dizinde okudum destan-ı aşkı
Buselerle aldım peyman-ı aşkı
Unutma, arada söz geldi geçti
Hüsnünle bu kadar niçin öğündün
Bir yanar ateştin sinemde söndün
Ahd-ü peyman ettin, sözünden döndün
O da bir hevesmiş tez geldi geçti
Rıza Tevfik Bölükbaşı
Yürü bi-vefa hercayi güzel
Gönlüm o sevdadan vazgeldi geçti
Soldu açılmadan gonca-i emel
Sonbahara erdik, yaz geldi geçti
Sana şerh ederken hicran-ı aşkı
Dizinde okudum destan-ı aşkı
Buselerle aldım peyman-ı aşkı
Unutma, arada söz geldi geçti
Hüsnünle bu kadar niçin öğündün
Bir yanar ateştin sinemde söndün
Ahd-ü peyman ettin, sözünden döndün
O da bir hevesmiş tez geldi geçti
Rıza Tevfik Bölükbaşı
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Rıza Tevfik Bölükbaşı
GAMLANMA GÖNÜL GAMLANMA
Koyun meler kuzu meler
Sular hendeğine dolar
Ağlayanlar bir gün güler
Gamlanma gönül gamlanma
Yiğit yiğide yad olmaz
Eyilerde ham süt olmaz
Bin kaygu bir borç ödemez
Gamlanma gönül gamlanma
Yiğit yiğidin yoldaşı
At yiğidin öz kardaşı
Sağlıktır her işin başı
Gamlanma gönül gamlanma
Yiğit yiğide yâr olur
Kötülerde ham süt olur
Kara gün ömrü az olur
Gamlanma gönül gamlanma
Naçar Karac'oğlan naçar
Pençe vurup göğsün açar
Kara gündür gelip geçer
Gamlanma gönül gamlanma
Karacaoğlan
Koyun meler kuzu meler
Sular hendeğine dolar
Ağlayanlar bir gün güler
Gamlanma gönül gamlanma
Yiğit yiğide yad olmaz
Eyilerde ham süt olmaz
Bin kaygu bir borç ödemez
Gamlanma gönül gamlanma
Yiğit yiğidin yoldaşı
At yiğidin öz kardaşı
Sağlıktır her işin başı
Gamlanma gönül gamlanma
Yiğit yiğide yâr olur
Kötülerde ham süt olur
Kara gün ömrü az olur
Gamlanma gönül gamlanma
Naçar Karac'oğlan naçar
Pençe vurup göğsün açar
Kara gündür gelip geçer
Gamlanma gönül gamlanma
Karacaoğlan
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Karacaoğlan
4 Ekim 2009 Pazar
GEÇ AZİZİM GEÇ
Biz de yaşarız azizim,
Yaşamaya gelince, biz de yaşarız ama,
Olmuyor cebimizden kattığımızla eğlenmek,
Gönlümüzden katalım,
Varlıklı kişileriz neşeden yana.
Pazarımız hoş mu geçecek,
Şart değil Büyükada, Heybeli;
Çok bile gelir kayığı Hristo'nun:
Sekiz arşın iki karış,
Kız gibi Cibali yapısı.
Bir işaretimize bakar
Çıkmazsa balığı alesta,
Aylardan temmuz, günlerden pazar;
Yenikapı açıklarındayız...
Bırakın Hasan geçsin küreğe,
Utandırmaz bu kollar sahibini.
Kabarmaz bu avuçlar
On ikisinden beri nasırlıdır.
Fazla külfet istemez,
Bol sigaramız olsun,
Köfte, ekmek, domates yeter.
Karımız, sevgilimiz yanımızda
Başaltında şarap testisi...
Dedik ya bugün pazar
Belki genç arkadaşı
"İlk defa güneşe çıkardılar",
İsteriz bütün dostlar aramızda olsun;
Kiminin Hanya'dan gelir selamı,
Kiminin Konya'dan
Sandalımız geniş değil, ne çare,
Gönlümüz kadar.
Ne yapalım bol şarabımız var ya,
Onların sağlığına içecek;
Gün ola harman ola!..
Anlarız biz de bu işlerden,
Elimiz değdi de okşamadık mı,
Şu "pür hayal" saçları ?
Kim istemez "yâr"ı uyutmasını "sine" de
Batan güne karşı,
"Bâde" içmesini "Yâr eli"nden?
Gözü kör olsun feleğin,
Gelecekten umudumuzu kesmedik,
İçimiz öylesine ferah...
Son kadehlere doğru sorsun,
Sesi en güzelimiz bizden:
"Gam, keder ne imiş?"
Yontulmamış sesimizle cevabı hazır:
"Geç azizim, geç!"
Rıfat Ilgaz
Biz de yaşarız azizim,
Yaşamaya gelince, biz de yaşarız ama,
Olmuyor cebimizden kattığımızla eğlenmek,
Gönlümüzden katalım,
Varlıklı kişileriz neşeden yana.
Pazarımız hoş mu geçecek,
Şart değil Büyükada, Heybeli;
Çok bile gelir kayığı Hristo'nun:
Sekiz arşın iki karış,
Kız gibi Cibali yapısı.
Bir işaretimize bakar
Çıkmazsa balığı alesta,
Aylardan temmuz, günlerden pazar;
Yenikapı açıklarındayız...
Bırakın Hasan geçsin küreğe,
Utandırmaz bu kollar sahibini.
Kabarmaz bu avuçlar
On ikisinden beri nasırlıdır.
Fazla külfet istemez,
Bol sigaramız olsun,
Köfte, ekmek, domates yeter.
Karımız, sevgilimiz yanımızda
Başaltında şarap testisi...
Dedik ya bugün pazar
Belki genç arkadaşı
"İlk defa güneşe çıkardılar",
İsteriz bütün dostlar aramızda olsun;
Kiminin Hanya'dan gelir selamı,
Kiminin Konya'dan
Sandalımız geniş değil, ne çare,
Gönlümüz kadar.
Ne yapalım bol şarabımız var ya,
Onların sağlığına içecek;
Gün ola harman ola!..
Anlarız biz de bu işlerden,
Elimiz değdi de okşamadık mı,
Şu "pür hayal" saçları ?
Kim istemez "yâr"ı uyutmasını "sine" de
Batan güne karşı,
"Bâde" içmesini "Yâr eli"nden?
Gözü kör olsun feleğin,
Gelecekten umudumuzu kesmedik,
İçimiz öylesine ferah...
Son kadehlere doğru sorsun,
Sesi en güzelimiz bizden:
"Gam, keder ne imiş?"
Yontulmamış sesimizle cevabı hazır:
"Geç azizim, geç!"
Rıfat Ilgaz
DİLEKÇE
Sokağımsan
Ben anahtarı çevirdiğim zaman
Kapanan evin kapısı değil,
Senin kapın olsun açılan.
Adresimsen,
Mektuplarım doğru dürüst gelsin;
İki kişi telefonla konuşurken
Olmayalım hemen üç kişi.
Kentimsen,
Başka kentler de girsin araya;
Daha bir sevinçle katılayım,
Şenliğimsen.
Herşeyi yaz tarihimsen,
Ama her bir şeyi;
Dilimsen,
Sen de koru biraz dilliğini.
Düşüncemsen,
Kızkardeşim pencereyi açsın;
Sorguçlu bir ışık aracılığıyla
Günyenisi dolsun içeri.
Uzat saçlarını Frigya,
Yarimsen,
Yurdumsan;
Söz ver Anadolu.
Cemal Süreya
Sokağımsan
Ben anahtarı çevirdiğim zaman
Kapanan evin kapısı değil,
Senin kapın olsun açılan.
Adresimsen,
Mektuplarım doğru dürüst gelsin;
İki kişi telefonla konuşurken
Olmayalım hemen üç kişi.
Kentimsen,
Başka kentler de girsin araya;
Daha bir sevinçle katılayım,
Şenliğimsen.
Herşeyi yaz tarihimsen,
Ama her bir şeyi;
Dilimsen,
Sen de koru biraz dilliğini.
Düşüncemsen,
Kızkardeşim pencereyi açsın;
Sorguçlu bir ışık aracılığıyla
Günyenisi dolsun içeri.
Uzat saçlarını Frigya,
Yarimsen,
Yurdumsan;
Söz ver Anadolu.
Cemal Süreya
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Cemal Süreyya
3 Ekim 2009 Cumartesi
SEVGİ
Nasıl söylesem bilmem,
Ve anlatsam ne ile?
Bu öyle bir duygu ki
Gelmez kaleme, dile...
Sen varsın bakışımda,
Her nefes alışımda,
İçimde ve dışımda,
Günahlarımda bile!
Gözümde, hayalimde
Hiç sorma ki neler var...
Sendedir ufukları
Ve ancak sana kadar...
Dünyayı iki şeyden
İbaret bilirim ben;
Biri, her şey olan sen!
Biri, sen olmayanlar!
Enis Behiç Koryürek
Nasıl söylesem bilmem,
Ve anlatsam ne ile?
Bu öyle bir duygu ki
Gelmez kaleme, dile...
Sen varsın bakışımda,
Her nefes alışımda,
İçimde ve dışımda,
Günahlarımda bile!
Gözümde, hayalimde
Hiç sorma ki neler var...
Sendedir ufukları
Ve ancak sana kadar...
Dünyayı iki şeyden
İbaret bilirim ben;
Biri, her şey olan sen!
Biri, sen olmayanlar!
Enis Behiç Koryürek
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Enis Behiç Koryürek
Sana, Bana, Vatanıma, Memleketimin İnsanlarına Dair
"Telgrafın tellerini kurşunlamalı"
Böyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazen gelmesi beklenen bazen ansızın çıkagelen
Haberler bilirim, mektuplar bilirim
Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları kelimeler olan
Kırk ikindi saymalıyım
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma, saçlarıma
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
Baştan ayağa ıslanmalıyım
Gam dağlarına çıkıp, naralar atmalıyım
İçimde kaynayan bir mahşer var
Bu mahşer bir de annelerin kalbinde kaynar
Çünkü onlar, yün örerken pencere önlerinde
Ya da çamaşır sererken bahçelerde
Birden alıverirler kara haberini
Okul dönüşü bir trafik kazasında
Can veren oğullarının
Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim
Bir dolmuşta; yorgun şoförler için bestelenmiş
Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
Örneğin hint okyanusu gibi derin
İsyanın kapkara sularına dalan
Nice akşamlar bilirim ki
Karanlığını
Bir millet hastanesinde
Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
Başını kalorifer borularına gömmüş
Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiblerden
Haber sormaya korkan genç kızların yüreğinden almıştır
Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği
bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbuldan çıkıp, Diyarbekire doğru
Tekerleri
Yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğuyla içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz baş kaymasıyla görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları
tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış
ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen
Yazlar bilirim, memleketime özgü
Yiğit köy delikanlılarının
İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları
Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan
Üstüne cehennem güneşlerde mor sinekler
konup kalkan
Diğeri kan-ter içinde yayla yollarında
Mavzerinin demirini alnına dayamış
Yüreği susuzluktan bunalan
İçinden mapushane çeşmeleri akan
Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp
Apansız silahına davranan
Nice delikanlılarin figuranlık yaptığı
Yazlar bilirim memleketime özgü
Güzler bilirim, ülkeme dair
Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
Kalakalmış bir kıyıda melul ve tenha
Kalbim gibi
Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
Titreyen kenar mahalle çocukları
Bir sıcak somun için
Yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi
Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri akdeniz gibi geniş
Soluğu afrika gibi sıcak
Göğüsleri çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandınmı çınar gibidir onlar sardınmı umut gibi
İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarda
Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
Kimi bir soygun sofrasında ışıklı salonlarda
Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır
Müslüman yürekler bilirim daha
Kızdımı cehennem kesilir sevdimi cennet
Eller bilirim haşin, hoyrat, mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı, sorulacak bir hesabı
Her çizgisi, tarihten bir yaprağı anlatır
Bütün bunların üstüne
Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Cankuşum umudum canım sevgilim.
Erdem Bayazıt
"Telgrafın tellerini kurşunlamalı"
Böyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazen gelmesi beklenen bazen ansızın çıkagelen
Haberler bilirim, mektuplar bilirim
Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları kelimeler olan
Kırk ikindi saymalıyım
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma, saçlarıma
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
Baştan ayağa ıslanmalıyım
Gam dağlarına çıkıp, naralar atmalıyım
İçimde kaynayan bir mahşer var
Bu mahşer bir de annelerin kalbinde kaynar
Çünkü onlar, yün örerken pencere önlerinde
Ya da çamaşır sererken bahçelerde
Birden alıverirler kara haberini
Okul dönüşü bir trafik kazasında
Can veren oğullarının
Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim
Bir dolmuşta; yorgun şoförler için bestelenmiş
Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
Örneğin hint okyanusu gibi derin
İsyanın kapkara sularına dalan
Nice akşamlar bilirim ki
Karanlığını
Bir millet hastanesinde
Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
Başını kalorifer borularına gömmüş
Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiblerden
Haber sormaya korkan genç kızların yüreğinden almıştır
Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği
bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbuldan çıkıp, Diyarbekire doğru
Tekerleri
Yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğuyla içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz baş kaymasıyla görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları
tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış
ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen
Yazlar bilirim, memleketime özgü
Yiğit köy delikanlılarının
İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları
Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan
Üstüne cehennem güneşlerde mor sinekler
konup kalkan
Diğeri kan-ter içinde yayla yollarında
Mavzerinin demirini alnına dayamış
Yüreği susuzluktan bunalan
İçinden mapushane çeşmeleri akan
Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp
Apansız silahına davranan
Nice delikanlılarin figuranlık yaptığı
Yazlar bilirim memleketime özgü
Güzler bilirim, ülkeme dair
Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
Kalakalmış bir kıyıda melul ve tenha
Kalbim gibi
Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
Titreyen kenar mahalle çocukları
Bir sıcak somun için
Yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi
Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri akdeniz gibi geniş
Soluğu afrika gibi sıcak
Göğüsleri çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandınmı çınar gibidir onlar sardınmı umut gibi
İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarda
Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
Kimi bir soygun sofrasında ışıklı salonlarda
Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır
Müslüman yürekler bilirim daha
Kızdımı cehennem kesilir sevdimi cennet
Eller bilirim haşin, hoyrat, mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı, sorulacak bir hesabı
Her çizgisi, tarihten bir yaprağı anlatır
Bütün bunların üstüne
Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Cankuşum umudum canım sevgilim.
Erdem Bayazıt
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Erdem Beyazıt
ANADOLU
Gençliğe
Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar;
Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar;
Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar;
Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar.
Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın:
Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın;
Derileri çatlak, bağrı kapkara,
Sağ elinin nasırında bir yara
Başında bir eski püskü peştemal
Koltuğunda bir yamalı boş çuval...
........................
-Ne o bacı?
- Ot yiyoruz, n'olacak!..
-Tarlan yok mu?
- Ne öküz var, ne toprak...
Bugüne dek ırgat gibi didindim;
Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim,
Bundan sonra...
- Kocan nerde?
- Ben dulum;
Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum.
- Soyun, sopun?
- Onlar dahi hep yoksul!
Ah Efendi, bize karşı İstanbul
Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi?
Taşraların hayvanlık mı nasibi?..
........................
Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın.
Onun için doğdun ki sen kadınlığın hakkiyle
Ocağının karşısında saadete eresin,
Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkiyle
Evladına südün gibi pak duygular veresin.
Sen bir aziz yoldaşsın:
Senin sesin hayat için dövüşmeğe koşturur;
Senin sevgin vatan için fedakarlık öğretir;
Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur;
Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenletir.
Lakin bizler bu hakları unuttuk;
Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk;
Ninen gibi sana dahi hor baktık;
Seni dahi garip, yoksul bıraktık!..
........................
Kinler için karaları bağlıyan,
Zevkler için zelil sefil ağlıyan.
Acı gören, cefa çeken, ezilen,
Irzdan başka her şeyini veren sen!
Sen şu güzel vatanında cehennemde gibisin;
Gözyaşınla ıslattığın kanlı toprak üstünde
Sana her yer bir çöl gibi cıvıltısız, çiçeksiz;
"Ekmek" diye ağladığın sağır bir halk önünde
Sana herkes bir kurt gibi merhametsiz yüreksiz.
Senin herbir ümidin
Ayrılıksız, yoksulluksuz bir dünyaya kalmıştır,
Oraya ki masum çiftler hıçkırıksız yaşarlar;
O melekçe sevgilerle birbirini okşarlar;
Ve burada Allah bütün dilekleri yaratır?
Ne vakte dek gençliğine hakaret,
Bu ayrılık, bu gözyaşı bu ölüm?..
Bu sert demir, bu ağır yük. bu zulüm?
Yazık, sana ağlamıyan şiire;
Yazık, sana titremiyen vicdana;
Yazık, sana uzanmayan ellere;
Yazık, seni kurtarmıyan insana!..
........................
Ey vatanın bağrı yanık bucağı.
Hani senin bereketli hasadın,
Yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftin?
Hani senin medeniyyet hayatın,
Yolun, köprün, kazman, iğnen, çekicin?
Ey Türklüğün otağı!
Ne vakte dek bu acıklı sefalet,
Bu viranlık, bu inilti, bu kaygu?
Ne vakte dek bu uğursuz cehalet.
Bu taassup, bu görenek, bu uyku?
........................
Yazık, sana ağlamıyan şiire;
Yazık, sana titremiyen vicdana,
Yazık, sana uzanmayan ellere;
Yazık, seni kurtarmıyan insana!..
Mehmet Emin Yurdakul
Gençliğe
Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar;
Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar;
Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar;
Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar.
Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın:
Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın;
Derileri çatlak, bağrı kapkara,
Sağ elinin nasırında bir yara
Başında bir eski püskü peştemal
Koltuğunda bir yamalı boş çuval...
........................
-Ne o bacı?
- Ot yiyoruz, n'olacak!..
-Tarlan yok mu?
- Ne öküz var, ne toprak...
Bugüne dek ırgat gibi didindim;
Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim,
Bundan sonra...
- Kocan nerde?
- Ben dulum;
Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum.
- Soyun, sopun?
- Onlar dahi hep yoksul!
Ah Efendi, bize karşı İstanbul
Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi?
Taşraların hayvanlık mı nasibi?..
........................
Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın.
Onun için doğdun ki sen kadınlığın hakkiyle
Ocağının karşısında saadete eresin,
Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkiyle
Evladına südün gibi pak duygular veresin.
Sen bir aziz yoldaşsın:
Senin sesin hayat için dövüşmeğe koşturur;
Senin sevgin vatan için fedakarlık öğretir;
Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur;
Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenletir.
Lakin bizler bu hakları unuttuk;
Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk;
Ninen gibi sana dahi hor baktık;
Seni dahi garip, yoksul bıraktık!..
........................
Kinler için karaları bağlıyan,
Zevkler için zelil sefil ağlıyan.
Acı gören, cefa çeken, ezilen,
Irzdan başka her şeyini veren sen!
Sen şu güzel vatanında cehennemde gibisin;
Gözyaşınla ıslattığın kanlı toprak üstünde
Sana her yer bir çöl gibi cıvıltısız, çiçeksiz;
"Ekmek" diye ağladığın sağır bir halk önünde
Sana herkes bir kurt gibi merhametsiz yüreksiz.
Senin herbir ümidin
Ayrılıksız, yoksulluksuz bir dünyaya kalmıştır,
Oraya ki masum çiftler hıçkırıksız yaşarlar;
O melekçe sevgilerle birbirini okşarlar;
Ve burada Allah bütün dilekleri yaratır?
Ne vakte dek gençliğine hakaret,
Bu ayrılık, bu gözyaşı bu ölüm?..
Bu sert demir, bu ağır yük. bu zulüm?
Yazık, sana ağlamıyan şiire;
Yazık, sana titremiyen vicdana;
Yazık, sana uzanmayan ellere;
Yazık, seni kurtarmıyan insana!..
........................
Ey vatanın bağrı yanık bucağı.
Hani senin bereketli hasadın,
Yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftin?
Hani senin medeniyyet hayatın,
Yolun, köprün, kazman, iğnen, çekicin?
Ey Türklüğün otağı!
Ne vakte dek bu acıklı sefalet,
Bu viranlık, bu inilti, bu kaygu?
Ne vakte dek bu uğursuz cehalet.
Bu taassup, bu görenek, bu uyku?
........................
Yazık, sana ağlamıyan şiire;
Yazık, sana titremiyen vicdana,
Yazık, sana uzanmayan ellere;
Yazık, seni kurtarmıyan insana!..
Mehmet Emin Yurdakul
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Mehmet Emin Yurdakul
ANNEMLE HASBİHAL
Anne, zannetme ki günler geçti de değişti evvelki
huyum gitgide
Bir hırçın çocuğum, değişmez huyum
Seneler geçse de ben yine buyum
Senden umuyorum teselli yine
Bugün şefkatine, muhabbetine zanneder misin ki yok
ihtiyacım?
Belki eskisinden daha muhtacım
Dünyanın tükenmez kederlerinden kalbim kırılsa da
böyle derinden
Hayatım büsbütün ye'se kapılmaz
Teselli bulurum içimde biraz, o derin sevgini
hatırlarım da
Her gece hıçkıran dudaklarımda hasretle anılan senin
adın var
Anne, hayatımda bir tek kadın var.
Beni aldatmadı, sevdi daima
Gittikçe ruhumu saran bu humma başka sevgilerden
yadigar anne!
Sevmeyen sevenden bahtiyar anne!
Sorma ki başımdan çok şey geçti mi?
Ah... eğer anlatsam sergüzeştimi, nasıl terkedildim
Nasıl atıldım
Anne aldatıldım, aldatıldım
Belki her zamankinden fazla severken, bir lahza
bahtiyar olayım derken
Bilmezsin kaç gece böyle ağladım
Şimdi tecrübem var artık anladım
Aşk, o bir masal, yalanmış meğer
Seven bir kalp için sığınılacak yer
Yalnız o kucakmış, yalnız o dizmiş
İnsanlar ne kadar merhametsizmiş
Orhan Seyfi ORHON
Anne, zannetme ki günler geçti de değişti evvelki
huyum gitgide
Bir hırçın çocuğum, değişmez huyum
Seneler geçse de ben yine buyum
Senden umuyorum teselli yine
Bugün şefkatine, muhabbetine zanneder misin ki yok
ihtiyacım?
Belki eskisinden daha muhtacım
Dünyanın tükenmez kederlerinden kalbim kırılsa da
böyle derinden
Hayatım büsbütün ye'se kapılmaz
Teselli bulurum içimde biraz, o derin sevgini
hatırlarım da
Her gece hıçkıran dudaklarımda hasretle anılan senin
adın var
Anne, hayatımda bir tek kadın var.
Beni aldatmadı, sevdi daima
Gittikçe ruhumu saran bu humma başka sevgilerden
yadigar anne!
Sevmeyen sevenden bahtiyar anne!
Sorma ki başımdan çok şey geçti mi?
Ah... eğer anlatsam sergüzeştimi, nasıl terkedildim
Nasıl atıldım
Anne aldatıldım, aldatıldım
Belki her zamankinden fazla severken, bir lahza
bahtiyar olayım derken
Bilmezsin kaç gece böyle ağladım
Şimdi tecrübem var artık anladım
Aşk, o bir masal, yalanmış meğer
Seven bir kalp için sığınılacak yer
Yalnız o kucakmış, yalnız o dizmiş
İnsanlar ne kadar merhametsizmiş
Orhan Seyfi ORHON
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Orhon Seyfi Orhon
KİMİSİ PINAR BAŞINDA
Kimisi pınar başında
Kimisi yolun dışında
Al giyen on beş yaşında
İlle mavili mavili
Kimisi dağlarda gezer
Kimisi incisin dizer
Al giyen bağrımı ezer
İlle mavili mavili
Kimisi odun devşirir
Kimisi kahve pişirir
Al giyen aklım şaşırır
İlle mavili mavili
Köroğlu'm der ki n'olacak
Takdir yerini bulacak
Mavilim kaldı alacak
İlle mavili mavili
Köroğlu
Kimisi pınar başında
Kimisi yolun dışında
Al giyen on beş yaşında
İlle mavili mavili
Kimisi dağlarda gezer
Kimisi incisin dizer
Al giyen bağrımı ezer
İlle mavili mavili
Kimisi odun devşirir
Kimisi kahve pişirir
Al giyen aklım şaşırır
İlle mavili mavili
Köroğlu'm der ki n'olacak
Takdir yerini bulacak
Mavilim kaldı alacak
İlle mavili mavili
Köroğlu
CÜMLEMİZ
Şu garip yeryüzünde anlaşılmaz ömrümüz...
Gelip yanıbaşıma boynunu büken öksüz,
Evladı gitmiş ana, siyah yeldirmeli dul,
Son kalan eşyasını mezada veren yoksul.
Fakirin iççekişi, zenginlerin usancı.
Gurbete düşmüş yolcu, yolcu bekliyen hancı
Şu anda yeraltına günahıyla gömülen.
Büyük tımarhanede kahkahalarla gülen.
Ölü, ölü yıkayıcı, hasta, hastabakıcı,
Allahım, cümlemize acı!..
1943 Ziya Osman Saba
Şu garip yeryüzünde anlaşılmaz ömrümüz...
Gelip yanıbaşıma boynunu büken öksüz,
Evladı gitmiş ana, siyah yeldirmeli dul,
Son kalan eşyasını mezada veren yoksul.
Fakirin iççekişi, zenginlerin usancı.
Gurbete düşmüş yolcu, yolcu bekliyen hancı
Şu anda yeraltına günahıyla gömülen.
Büyük tımarhanede kahkahalarla gülen.
Ölü, ölü yıkayıcı, hasta, hastabakıcı,
Allahım, cümlemize acı!..
1943 Ziya Osman Saba
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Ziya Osman Saba
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)