BİLİNMEYEN
Çok şey bilmiyorum
Kimdir,ne ister hayattan
sever mi,aşık olur mu?
Bazen bir fırtına gibi
bazen durulur mu ?
Mangal yürek mi yoksa
yağmurdan sakınan bir korkak mı?
Kızar mı kaşları çatıksa
Acınan kalbine tutsak mı ?
Arkadaşı,yareni,dostu,sırdaşı
Çiftçi babasıyla çiftçi anası
Kimdir bu yolda onun yoldaşı
Kendine has duyulmamış fiyakası
Gözlerinin önü kırış kırış bir adam
Saçları seyrek,sarı veya kumral
Ne zaman iki elimin arasına alıp
gözlerimi ovuştursam
Gözlerimin önüne gelir
alın çizgileriyle babam.
29 Aralık 2011 Perşembe
22 Kasım 2011 Salı
ÇOK SONRA
Konuşuruz elbette ne vakit olsa
Kırgın olsak da veya olmasak
Yani aslında sadece biz olsak
Mevzu bahis önemli değil yani
Simitten kahveden vapurdan
Kediden ölüden kaderden
Namazdan cennetten
Ah sonra cehennemden.
Dudaklarımız ve ellerimiz sonra
Sonra gözlerimiz,sonra sesimiz
sesin
O sesinin en titrek en hicaz hali
Daha sonra çok sonra üşümelerimiz
titremelerimiz
Koşarak atlayarak bir kısrak gibi
sulardan geçişlerimiz
Sonra sesler yine
taş plakmışçasına sanki
dikine dikine içimize işleyen
Sesler ki mevzusu önemli değil zaten
gözlerin mevzu mu dinler?
Sonra vapur,kaynaştırdığı dalgalar
iskeleye sürtmeler
Yağmur sonra
Nerden çıktı şimdi bu soyka?
Güzelliği katmerleştiren
sicim gibi bir yağmur.
Ben bu güzelliğe dayanamam
Affeyle beni Rabbim.
Konuşuruz elbette ne vakit olsa
Kırgın olsak da veya olmasak
Yani aslında sadece biz olsak
Mevzu bahis önemli değil yani
Simitten kahveden vapurdan
Kediden ölüden kaderden
Namazdan cennetten
Ah sonra cehennemden.
Dudaklarımız ve ellerimiz sonra
Sonra gözlerimiz,sonra sesimiz
sesin
O sesinin en titrek en hicaz hali
Daha sonra çok sonra üşümelerimiz
titremelerimiz
Koşarak atlayarak bir kısrak gibi
sulardan geçişlerimiz
Sonra sesler yine
taş plakmışçasına sanki
dikine dikine içimize işleyen
Sesler ki mevzusu önemli değil zaten
gözlerin mevzu mu dinler?
Sonra vapur,kaynaştırdığı dalgalar
iskeleye sürtmeler
Yağmur sonra
Nerden çıktı şimdi bu soyka?
Güzelliği katmerleştiren
sicim gibi bir yağmur.
Ben bu güzelliğe dayanamam
Affeyle beni Rabbim.
8 Kasım 2011 Salı
BENİ HATIRLA
130'u kaçırdım sana yetişemedim
Allah'ı hatırladım bu sana bir şey ifade etmez
Ülserim azdı çayı da bırakamam ki
Sen iyisi mi beni unut sevgilim
Eğer sahnede bir silah varsa
İhtimalleri bir kenera bırakalım
Yarım trenini de kaçırdım
Ya Haydarpaşa yanarsa
Ben sana yine yetişemem
Yeni bir kitaba başladım
Okumak istemiyorum ansızın biter diye
Sen iyisi mi beni unut
Kötüsü mü
Beni hatırla,beni hatırla,beni hatırla
Kudret Öcalan
130'u kaçırdım sana yetişemedim
Allah'ı hatırladım bu sana bir şey ifade etmez
Ülserim azdı çayı da bırakamam ki
Sen iyisi mi beni unut sevgilim
Eğer sahnede bir silah varsa
İhtimalleri bir kenera bırakalım
Yarım trenini de kaçırdım
Ya Haydarpaşa yanarsa
Ben sana yine yetişemem
Yeni bir kitaba başladım
Okumak istemiyorum ansızın biter diye
Sen iyisi mi beni unut
Kötüsü mü
Beni hatırla,beni hatırla,beni hatırla
Kudret Öcalan
28 Haziran 2011 Salı
NAAT
Seccaden kumlardı..
................................
................................
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı! .
Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Arif Nihat Asya
Seccaden kumlardı..
................................
................................
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı! .
Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Arif Nihat Asya
20 Haziran 2011 Pazartesi
TERÖR BAMBOSU PATLAKA
Bu hayvanlar müslüman mı söylesene bebeğim
Şu öküz müslüman mı bu sakallı sünepe?
Bir zalimin köpeği bak Allah’ı zikrediyor
Bak gazete ne yazıyor türklerinmiş türkiye
Yahudiler bombaları kucaklayıp bebeğim
Düşlemiyor intiharlar, işlemiyor karakol
Al götür bu yumruğu akşam çocuklar yerler
Başbakan meşgul namaz kılıyor ayol
Bana kolpa malzemeden putlar yontma bebeğim
Sezen Aksu’dan mesela, Kanarya’dan, Tanrı’dan
Allah’tan demiyorum, çarpılmış gibi korkma!
Kork putların ellerinde patlamasından!
Emmeyince sencileyin akmıyor bebeğim
Kan ağzıma gürül gürül - alnımda süt dişleri...
Seni öyle seviyorum ki condeleza, bebeğim
Ağzına veresim geliyor ağzımdaki dişleri.
Ah Muhsin ÜNLÜ
Bu hayvanlar müslüman mı söylesene bebeğim
Şu öküz müslüman mı bu sakallı sünepe?
Bir zalimin köpeği bak Allah’ı zikrediyor
Bak gazete ne yazıyor türklerinmiş türkiye
Yahudiler bombaları kucaklayıp bebeğim
Düşlemiyor intiharlar, işlemiyor karakol
Al götür bu yumruğu akşam çocuklar yerler
Başbakan meşgul namaz kılıyor ayol
Bana kolpa malzemeden putlar yontma bebeğim
Sezen Aksu’dan mesela, Kanarya’dan, Tanrı’dan
Allah’tan demiyorum, çarpılmış gibi korkma!
Kork putların ellerinde patlamasından!
Emmeyince sencileyin akmıyor bebeğim
Kan ağzıma gürül gürül - alnımda süt dişleri...
Seni öyle seviyorum ki condeleza, bebeğim
Ağzına veresim geliyor ağzımdaki dişleri.
Ah Muhsin ÜNLÜ
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Ah Muhsin Ünlü
11 Şubat 2011 Cuma
ALENGİRLİ ŞİİR
Ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
Nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
Belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
Biraz Nietzsche biraz Kant kafan karışmış belki
Parlıamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
Pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
Kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
İyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..
Ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
Durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
Sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
İşin yoksa çiçek al,saç tara, parfüm sık.
Küsmesi,barışması,ayılması,bayılması
Hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
Meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
Güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
Bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
Hepsi ağzıma sıçtı..
Ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
Her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
Seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
Ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
İçime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
Ben seni severim sevmesine de
İş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim..
Ali Lidar
22 Ocak 2011 Cumartesi
RÜZGÂRA İZİN
Köyün yamaçlarına kamp kurmuş mimoza ağaçlı tarlalar vardır.
Toplama zamanı oralardan uzakta,
kolları gün boyu kırılgan dallarla uğraşmış
bir kıza rastlarsınız ara sıra.
Alabildiğine güzel kokulu bir karşılaşmadır bu.
Işıltı çemberi kokudan bir lambaya benzeyen kız,
sırtı batan güneşe dönük, yürür gider.
Onunla konuşmak bir kutsallığı çiğnemek olur.
Otları ezen bez çarıklarıyla yol verin geçsin.
Kim bilir, belki de dudaklarının üstünde bir sanrı gibi,
Gece’nin nemini görebilirsiniz!
Rene Char
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Rene Char
21 Ocak 2011 Cuma
YIKILMA SAKIN
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
Pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
Kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
Seni çünkü dik tutacak bilirim
Kabzenin, çekicin ve divitin
Tutulduğu yerden parlayan şiir.
Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
Acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
Sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
Çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
Acılar bile duymadım kof yürekler önünde
Beynim her sabah devrimcinin beyniydi
Ayaklarım donukladı gelgelelim
Sağlığın yerinde mi?
Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
Halkın doğurgan dünyasına dalmakla
Onların güneşe çarpan sesini anlamayan
Dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
Seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
Yılgı yanımıza yanaşmazken
Bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
Yıkılmak elinde mi?
Boşuna mı sokuldu bankalara
Petrol borularına kundak
Kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
Varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
Yaşamak
Bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
Yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
Ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
Öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
Sevgiyle hatırlansa bile hatta.
Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
Bütün devrimcilerin çektikleri
Biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
Dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
Pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
Ama budandıkça fışkıranda bizleriz
Ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...
İsmet Özel
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
Pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
Kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
Seni çünkü dik tutacak bilirim
Kabzenin, çekicin ve divitin
Tutulduğu yerden parlayan şiir.
Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
Acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
Sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
Çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
Acılar bile duymadım kof yürekler önünde
Beynim her sabah devrimcinin beyniydi
Ayaklarım donukladı gelgelelim
Sağlığın yerinde mi?
Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
Halkın doğurgan dünyasına dalmakla
Onların güneşe çarpan sesini anlamayan
Dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
Seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
Yılgı yanımıza yanaşmazken
Bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
Yıkılmak elinde mi?
Boşuna mı sokuldu bankalara
Petrol borularına kundak
Kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
Varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
Yaşamak
Bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
Yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
Ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
Öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
Sevgiyle hatırlansa bile hatta.
Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
Bütün devrimcilerin çektikleri
Biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
Dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
Pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
Ama budandıkça fışkıranda bizleriz
Ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...
İsmet Özel
14 Ocak 2011 Cuma
ESKİ KIRIK BARDAKLAR
işte bu ellerimle yalnızım işte bu inanmazsan bak
bu saçlarımla bu iyi giyimlerimle paralarımla
sen varsın ya sen çoğu kez yetmiyorsun
uzakta mısın sen misin söylemiyorsun
bakışın mı eksik dudakların mı anlamıyorum
o adamlar geliyor aklıma karanlık iri yarı
o gemiler ipleri yelkenleri dümenleri dökük
unuttuğum kırlangıç kuşları kırık bardaklar
bir ahşap evde taşlıkta yaz günleri bilmesem
bir testiden soğuk soğuk sular sızdığını bilmesem
güç dayanırım
bu durum tek başıma beni suçlandırıyor
işte gör sabah akşam başucumdayım
bakın bu ikide birde bozulan güneş
bu durup dururken sokan yılan
bu kırık bardaklar çöplüklerde
aşkın şiirin ölümün en kolayına gitmek
caddeleri sevmediğim kadınlarda yitirdiğim
biliyorum sebebini bir bir biliyorum
öyle kolay kendisi söylemesi kurtulması öyle kolay
kolaylığından sıkılıyorum
kurtulmak elimden gelmiyor
Turgut Uyar
6 Ocak 2011 Perşembe
EVADOKSİYA
inkâr etmiyorum ki
öpmesine öptüm Evadoksiya'yı
hem de zeyrek yokuşunda öptüm
sinemaya da götürdüm
fakat ben o zaman
deli gibi seviyordum onu
sanırsam, o da beni seviyordu
sevmese ıslık çalar mıydı
saat ondan sonra
çabuk gel diye.
Muzaffer Tayyip USLU
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Muzaffer Tayyip Uslu
3 Ocak 2011 Pazartesi
AĞARTI
sevgililer yüzüne karşılık geldim
kaygı bağırdı gözevlerimde
günlerin yamanan yıldızlar
ve üzülen gökkuşaklarıyla
doluluğundan söz ediliyor
evlerde çocuklar arşınlanıyor
ve alkışlanıyor babalar
ki tütün başında
ekmek başında kabir başında
günler yenilenen bir isim
merdivenleri büyük ağzıyla çıkan meral
haftada üçer gün üçer hafta
ince uzun veya kahverengi
ve gelinlik sabah çatışmasında
yoğunlaşan yorgun artık ben
köprü ortasından yarılmış bu ara
organın ve güneşin salgınlığı
toprağa gelir gibi oldu an
başlar ikinci artık
beygirler uzağa kayıyorlar
bu arada gelinmeler
arkadaş yapıtlarına yar koyma
yöremdeki çimler
bu arada evimin içinde odaların birbirine düşman durduğu
ve hastalandıkları
çalışan yüreklere uzak
bekardan korkan ev sahiplerinin
kapılarda kızlık heykelleri
bu arada insanın yemeğe oturma çelişmesi
yemekten kalkma çelişmesi
erkek oluşunuza binaen
bu arada özel sıkıntılarımızın
kılıç kuşanmış hali
durmadan kanlanıp hatırladığımız
bunalan kadınlar
ben alda'yı bunalıyor görüyorum rüyamda
kırbaç gibi insanı saran etrafımızda
kelebek kanatları gözler
akılda kalan ağızlar
hatlar
seviyi yoran alkışlar
bir şehri paramparça edip
ortasından yarıp uykuları
evlerin sahanlıklarına
misafir odalarına
lavabonun altındaki dolaba
çocukların hücumluk yataklarına
iri erkeklerin şakaklarına
kadınların çırpınan dudaklarına
ve kızların sancaklarına sığınan
ve benim damarlarımda itişen uykulara
bir şehrin ortasından tren geçiyor
o şehirde büyük rüzgâr vardır
bir oyuncakçı vitrininin önünde
insanların durdukları ve duruşlarını
değiştirmedikleri trenle birlikte
şehrin ortasından oyuncak trenlerin
cezalandırmış şekilleri
kendisini buyruk
vitrine yapışık insanların kafalarındaki
içlerinden geçerken dönüp bakmadıkları
durdurup parçalamadıkları
önüne yüzer ellişer
yatıp apartman kadar
ağır tekerlerini üzerlerinden geçerken
öpüp ağızlarını ezdirmedikleri
noktanın sonuna kadar
bir sinir bir can yanmasıyla
bir parçamı
bir demir mengeneye
koyup sıkmak istiyorum mu nedir
dilimi
bir acı mı ne gerek
öyle uykum var ki
öyle istiyorum ki
o içinden marşandizler
şimşek gibi fırlayan
şehirde hemen
hat boyunda ilk tahta evde
derin yatakta
her an çığlıklarıyla
uyuyayım kıyametler
bir ejder geçsin
öyle tanıdığım
öyle canımın içinde
durup gelmeyince
morfin gibi arıyorum direnmeni
iğne üzerinde yüzün gelip
kuşatmıştı beni
ama düşündükçe Korkmak
yüzünle geldiğini
Ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim
Cahit Zarifoğlu
Etiketler:şiir,şair,edebiyat
Cahit Zarifoğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)